Damla Yolaç hem Fransız hem de Türkiye vatandaşı bir yönetmen, Denef Huvaj ise Türkiye’de yaşayan Çerkes bir fotoğrafçı. İkisinin yollarını kesiştiren şey ise meslek alanlarının birleştiği ortak alan kadar bir kavuşma arzusu da. Bugüne kadar kendilerini anlatmak için kullanılan başarılı, genç ve farklı gibi sıfatların yanına şimdi bir de cesuru eklemimize sebep olacak bir fikir ve bu fikri hayata geçiriş yöntemiyle, bu eylül ayının ortasında Abhazya’ya doğru yola çıkıyorlar. Kendilerine, içlerine biraz daha derinden bakabilmek ve gördüklerini bizlere de aktarmak için ‘Canlar Ülkesi: Abhazya’ isminde bir belgesel çekecekler.
Mesleklerini tanımlamak için kullandıkları kelimeler var elbet. Fakat sınırlarını hayatın getirdikleri ve destekledikleri şeylere fayda sağlayabilmek için esnetmekten kaçınmıyorlar. İstediği mesleğin adını 18 yaşındayken koyduğunu söyleyen Damla, geçen yıl Tokat’ın el yazmalarıyla Denizli’nin el dokumalarını birleştirip bazı köylerde hem istihdam sağlamak amacıyla hem de yok olmaya yüz tutmuş el sanatlarımızı canlandırmak ve dikkat çekmek adına projeler yapmış. Şimdi üniversitelerde gençlere ve cezaevlerindeki hükümlü kadınlara Tokat’ın ahşap baskı atölyeleri düzenlemeye çalışıyor; devam ettirebilirse adil ticaret çerçevesinde ihtiyaçlılara devamı olan bir iş kolu sağlayabilmek istiyor.
Geçtiğimiz sene Çerkes Köyleri isimli bir projeyi hayata geçiren Denef ise uzun süredir profesyonel olarak fotoğraf çekiyor. Bu aralar hem ‘Canlar Ülkesi: Abhazya’nın ve çıkaracağı kitabın heyecanını yaşıyor hem de Karaköy’de yeni kurduğu Karaköy Kolektif isimli atölyesi açmak için hazırlık yapıyor.
Biriniz Fransa ve Türkiye arasında mekik dokuyordu, biriniz buradaydınız. Meslekleriniz birbirinden beslenen alanlarda evet, ama arada böyle bir mesafe varken nasıl tanıştınız?
Damla: Denef’in ‘Çerkes Köyleri’ projesini takip ediyor ve çok beğeniyordum. Hiçbir maddi destek almadan köyleri geziyor, tamamı kendi imkânıyla fotoğraflar çekiyordu. Kendi ağızlarından hikâyeler aktarıyordu. Bu fotoğraflardan bir tanesine bile baksanız Denef’in kalbi mutlaka sizi de içine alır ve sevgisinde yumuşarsınız. Denef, gördüğüm diğer Çerkes gençler gibi değildi. Hiçbir milliyetçi kelime etmeden, koyu tek bir düşünce ifade etmeden, gerçekten kültürüne sahip çıkıyordu. Sahip çıkmak benim için Çerkes kızlarının ne kadar güzel olduğunu, ne de gururlu insanlar olduğumuzu, at üstünde nasıl da dans ettiğimizi, ne de güzel akordeon çaldığımızı anlatmak değil, bizi olduğumuz gibi anlatmaktı ve en önemli şey benim için anlatmaktı. Denef, tanıştığı bir kimseyi anlatırken, onu etkileyen şeylerden bir tanesini söyleyip devam edemiyor; “Görmen lazım, tanıman lazım” diyor. Tarihimizi ve köklerimizi biliyor, okuyor. Hiçbir beklentisi yok ve de bu kadar popüler olmasına rağmen kimseden destek almıyor, yine de pes etmiyor.
Denef: Damla Fransa’dan Türkiye’ye geldiğinde sonunda tanıştık. Ortak şeylere gönül veriyoruz ve bir birimizden çok farklı iki birey olduğumuz için de birbirimizin çok farklı yanlarını tamamlıyoruz. Bunun uzaktan uzağa farkındaydık yan yana gelince daha güzel bir hal aldı.
KAYBETTİĞİMİZ YAKINLARIMIZI BULMAK İÇİN…
Damla: Ailemde Kabardey ve Guşha var. Aynı dili konuşmadıklarından hikâyeler bizim neslimize aktarılamamış. Sülale adımızı öğrenmek için bile birçok kişiyle konuşmam gerekti. Çerkes kültürüyle büyümedim ama köklerimi öğrendikçe üstüne gitmek istedim. Bildiğimiz kimsemiz yok oralarda, o yüzden zaten bu belgesel. Kaybettiğimiz yakınlarımızı bulmak için. Terk etmek zorunda bırakıldığımız ve hiç görmeden özlediğimiz topraklarımızı görmek için. Kavuşmak için.
Denef: Biz Abzehiz. Sülale adımız Huvaj. Yerleştirildiğimiz ülkelerde hepimize ayrı soy isimleri verilmiş bize. Ama herkes kendi soyadını bilir. Birbirlerini hiç görmeseler de bütün Huvajlar akrabadır. Aralarında evlilik, flört kabul edilmez. Bu söylediğim tabii sadece Huvajlara has değil, bütün Çerkes sülalelerinde de geçerli. Ayrıca hepimize ait aile armalarımız var. Hatta ben kendi ailemin armasını logom olarak kullanıyorum.
Babam Maykoptan. Orada yaşıyordu, mezarı da orada. Annem ise Şapsığ. Köyleri Penehes’ten sürülmüş. Ama sülalesinin yani Hupşların hikâyesi epey karışık. Net kaynaklara ulaşamadım. Sadece geçen sene Penehes’te bir araştırmacı bana, içinde Hupş ailesinin nehir boyunca yaptığı yolculukları, kaçırılmamak için erkek gibi giydirilen daha sonra gizlice savaşa katılan kızları ile ilgili bir hikâyenin geçtiği bir kitap hediye etti. Elimde yazılı olan tek kaynak o var. Bir de bizim bölgelere yerleştirilen Hupşların genel olarak belirgin bir şekilde kızıl-sarı ve fazla açık mavi-yeşil gözleri olması nedeniyle lakaplarla anıldığı, bazı bölgelerde bu lakapların sülale adlarının yerini aldığına dair hikâyeler dinledim. Tek tek sülalelerin hikayelerine ulaşmak zor ve uzun iş ama bütün olarak Penehes ve buradaki köyleri, Karaçalılık’ın hikayesini, Çerkes Köylerinin blogunda fotoğraflarla birlikte anlattım.
Bir belgesel çekme fikri tam olarak ne zaman ortaya çıktı? Eskiden beri var olan bir proje miydi bu, yoksa sizi bunun için tetikleyen bir şey oldu mu?
Denef: Ortak bir konuyu hedef almıştık, duygularımız ortaktı ve birlikte bir şey üretmenin çok daha güzel olacağına karar verdik. Ben tam o sıralar Abhazya’dan henüz dönmüştüm. Çerkes Köyleri projesine devam ederken Abhazya için bir kitap yapmayı çok istediğimden bahsettim. Dinlediklerimden, hissettiklerimden… Damla da heyecanıma ortak oldu. Bu konuşmalar devam ederken, Abhazya’nın çok yakın tarihlerde bağımsızlığını ilan etmiş olması, henüz birçok kişi ve ülke tarafından tanınmıyor olması Abhazya’yı önceliğimiz yaptı. Ki Çerkes köyleri benim için çok daha uzun zamana yayılacak bir arşivleme süreciydi. Abhazya kadar hızlı ilerleyemeyecektik.
Damla: Hiç çıkarmadığım bir kolyem var. Abhazya’da da kolyem gerçek anlamda yaşıyor. Bu yüzden iyice merak ediyordum. Denef’in kitap projesiyle benim belgesel fikirlerim uyuştu, hızlıca çalışmaya başladık.
BİRER HAFIZA OLARAK YAŞIYORUZ
Aidiyet hissi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu belgeselin çekimini tetikleyen ana unsurlardan biri bir şekilde aidiyeti tanımlamak, belki de mükâfatlandırmak olabilir mi?
Damla: Aidiyet tam olarak bir his söylediğin gibi, hiç kimse kimsenin olmadığı gibi hiçbir şey de değil, kimsenin değil bana göre. Gerçekten geliyor, gidiyor ve birer hafıza olarak yaşıyoruz. Bu yolculukta evi sırtında yaşayabilen ve her gittiği yeri evi yapabilenimiz var, sorumluluklarından veya bağımlılıklarından dolayı belli mekânlardan kopamayanlar da… Ben her ikisini bir bünyede barındırdığımı ama sınırlarımı zorlamayı sevdiğimden genelde özgürlük peşinde koşan tarafımın ağır bastığını düşünüyorum. Ait olduğum şeyleri kalbimde, hafızamda saklıyorum.
Yüzleştiğin ve sindirdiğin şeye sahip çıkıyorsun. Birine çok güzel gelen bir geleneğin bir başkasına çok ters gelebiliyor. Bütün bunları hazmedip geniş pencereden bakabildiğinde, kendinden olan da başkasından olan da zenginlik gibi geliyor. Bizim mirasımız da bu. Genç nesiller olarak, o kültürde büyüsek de büyümesek de mirasımızı yaşamayı ve aktarmayı çok kıymetli buluyorum.
Bu belgesel aidiyetten ziyade ‘kavuşmak’ benim için. Kavuşmak üç yıldır çok yoğun konum. Çok fazla düşünüp çok soruyorum. Mevcut projelerin hepsinde bu ana fikir var. Asıl gelmek istediğim noktayı belki de bir üçleme ile aktarabilirim.
Neden adı Canlar Ülkesi?
Denef: Abhazlar ‘Abhazya’ yerine Apsını’yı kullanır. Apsını ise kelime anlamıyla ‘canlar ülkesi’ anlamına geliyor.
Belgesel için ihtiyacınız olan parayı internetten topladınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı, insanların destekleyeceğini düşündünüz mü yoksa bir deneyelim bakalım, mı dediniz? Yalnızca sosyal medyadan mı duyurdunuz?
Damla: Kitlesel fonlanma ve halk desteğiyle film yapmayı çok etkileyici buluyordum. Önce kitlesel fonlanmanın ne olduğunu anlatmakla başlayıp, desteklerin ne şekilde yapılabileceğini anlatan bilgi mailleri gönderdik. Daha sonra projemizi anlatarak fon sayfasına yönlendirmeye çalıştık. Sosyal medyada duyuru ve arkasından çıkan haber ve röportajlarımızla belli bir kitleye ulaşmış olduk. Belirlediğimiz hedef temel ihtiyaçlarımız içindi. Süreç içinde yeterince duyuru yapmış olacağız ki sponsorluk teklif eden yerler oldu. Bu sayede çok güzel insanlarla tanışıyoruz. Elbette topladığımız para belgeselin çok ufak bir kısmını karşılayabiliyor. Bu yüzden bu görüşmeler hala sürüyor.
EN BÜYÜK DESTEĞİ GÖNDEREN BEYEFENDİYİ HİÇ TANIMIYORUZ
Destekçi profili nasıl? Tanıdığınız insanlar kadar tanımadıklarınız da destekledi mi? Sizi desteklemek için mail atanlar, iletişime geçenler oldu mu? En yüksek meblağda destek veren kişi tanıdığınız biri miydi?
Damla: Tanıdığım çok az kişi var. Destekçilerden, en çok şaşırtan sanırım ilkokul arkadaşımdı. Tanımadığımız üniversite öğrencileri harçlıklarından gönderdi, bu öyle değerli bir şey ki, size anlatamam. Bu arkadaşlarımızın umuyorum hepsi de kendi hayallerini gerçekleştirsin ve umuyorum onlar da hiç pes etmesin. Abhazya’ya daha önce gitmiş kişiler, ekmeğin parası şu kadar, şu transfer hizmeti sağlayan şirket çok hızlı araç kullanıyor bile dedi. Deneyimini paylaşan, burası çok güzeldir, şunu yiyin diyen çok sevimli dostlarımız oldu. Abhaz veya Çerkes olmayan kişilerden daha çok destek gördüğümüzü düşünüyorum. Zaten ayırmaya da gerek yok. Nasıl Nuri Bilge Ceylan Cannes’da ödül alıyor hepimiz mutlu oluyoruz, eminim Abhazlar da güzel bir iş ortaya çıkardığımızda mutlu olacaktır.
Ahmet Mümtaz Taylan’ın hem sesini vermek istemesi hem de destekçimiz olması çok tatlı bir gurur. Onur Saylak, böyle şeyleri hep destekler biliyorum ama Abhazya belgeseli yine de popüler bir konu olmadığından, desteği çok hoştu. Bunun yanında Abaza olduğunu bildiğimiz, meslektaş, yol gösteren veya hocalarımızın çağrımıza dönüş yapmaması da şaşırtıcıydı. Kısa vadede bütün bunları değerlendirip eksiklerimiz veya artılarımızla alakalı ders çıkaracağımızı düşünüyorum. En büyük desteği gönderen beyefendiyi hiç tanımıyoruz, o ve tüm destekçilerimize tekrar tekrar bize inandıkları ve kendimize olan inancımızı çoğalttıkları için çok teşekkür ederiz.
Ne zaman yola çıkıyorsunuz? Hazırlık süreci nasıl geçiyor?
Damla: Eylül ayında olacak çekimlerimiz. Çekim programı yapmak ve sponsor görüşmeleriyle geçiyor bu ay. Toplanan para yalnızca temel ihtiyaçlarımız için ve proje tamamen gönüllü olduğundan düşünmemiz gereken diğer kalemlerle ilgili yoğun bir ön hazırlık sürecindeyiz. Şu anki vaziyete göre yalnızca bir hafta çekim yapabiliyoruz, bunu uzatmak ve konaklama gibi büyük kalemler için çözümler arıyoruz.
Rotanız belli mi?
Damla: Rus sınırından Abhazya’ya girişimizden itibaren 30 Eylül Zafer günü kutlamasını int(11)irene kadar kayıtta olacağız. Gagra, Gudauta, Gulrıpş Sohum, Oçamçıra, Tknarçal ve Gal vilayetlerinde olacağız. Abhazya’nın önemli aileleriyle, savaş kahramanlarıyla, savaş hatıralarını paylaşmak isteyen Abhaz vatandaşlarla, Türkiye’den Abhazya’ya taşınmış kişilerle röportajlar yapılacak.
Çekim süresince sosyal medyadan paylaşım yapacak mısınız? Ya da destekçileri çekim sürecine bir şekilde dahil etmek istiyor musunuz?
Damla: Fon dahilinde belirlediğimiz en büyük ödül 10.000 TL lik bir destekti ve içinde bizim çekimlerimizi de kapsayan bir Abhazya turu vardı. Bu ödülü alan cömert destekçimiz Levent Bey, bizimle çekimlerde olacak ve üç gün Abhazya’da seyahat edecek. Bizim de olduğumuz dönemde, Abhazya’ya gelmek isteyen çok destekçimiz var. Birlikte 30 Eylül, Zafer Günü’nü kutlamak çok hoş olurdu fakat bu organizasyonu maalesef biz yapamıyoruz ama harika bir sponsorumuz var uçak biletlerimiz için, bu turizm şirketi yardımcı olabiliyor.
Dönüş ne zaman?
Damla: Ekim ayının ilk haftası dönmüş olmak ve aralık sonunda belgeseli int(11)irmeyi planlıyoruz, kurgu apayrı bir süreç, ağırdan almak isteyebiliriz, daha uzun günler müzik hakkında düşünmek isteyebiliriz fakat aşağı yukarı tarihler böyle aklımızda.
Basım-dağıtım için herhangi bir şirketle görüştünüz mü?
Damla: Basım ve dağıtım için görüştüğümüz bir şirket henüz olmadı fakat televizyon kanalları oldu. Belgesel tamamlandıktan sonra gösterimler netleşecektir fakat internet üzerinden yayınlamayı da kolumuzun altına filmimizi alıp gösterebildiğimiz her yerde gösterip söyleşmeyi her zaman destekliyorum.
Bir de Denef’in bir kitap projesi var sanıyorum
Denef: Evet, bir de fotoğraf kitabı var. Aslında ayriyeten bir kitap projesi oluşmadı, belgesel var olan bir kitap projesi etrafında şekillendi. Kitap için derlediğim bir çok hikâye ve fotoğraf vardı. Ama bunlar bana sadece kitap için nereden başlayacağımı ve ne üzerinden ilerlemek istediğimi söylüyordu. Şimdi o rotadan ilerlemek istiyorum. Abhazlar’ın çok derin ve güzel bir anlatımları var. Yan yana yürürken, karşılıklı yemek yerken bir anda hayranlıkla dinleyeceğiniz bir şeyden bahsedebiliyorlar. Buna tanık olduktan sonra kendim bir şey anlatmak istemedim. Onların kendilerine has o dillerine bir yorum katmak yani. Savaşı da hayatı da şehirleri de kendi öykücü dilleriyle kendileri anlatsınlar, ben de hikâyelerle birlikte hem anlatıcıları, hem anlattıklarını fotoğraflayayım istiyorum. Yani kitap içinde kısa kısa anlatılar da barındıran bir fotoğraf kitabı olacak.
Kaynak Radikal