Beş yıl önce Tim Burton başkanlığındaki jüriden ‘Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor’ filmiyle Altın Palmiye kazanan Apichatpong Weerasethakul, bu yıl “The Cemetary of Splendor” ile yan bölümde ama festivalin en iyilerinden birisi olarak öne çıkıyor. Gizemli bir hastalıkla uyuyarak rüyalara dalan askerler üzerinden Tayland’ın içinde debelendiği baskıcı rejimin tezahürlerini anlatan filmin, gayet sıradan yapımların bıkkınlık yarattığı Altın Palmiye yarışına seçilmemesine çok şaşırdık. Zaten kendisi de buna çok üzülmüş: “Bence bu en iyi filmim ama sonra meselenin özüne vakıf oldum çünkü yarışmak değil paylaşmak önemli” diyor. Avakado ağaçları, sıkışık ruhlar, hastalıklar, baskıcı rejimler ve iyileşme ihtimali üzerine konuştuk.
Filminizi ana yarışmada görmeyince bu yıl çok şaşırdık!
Ben de çok şaşırdım ve açıkçası çok üzüldüm. Bence bu en iyi filmim ve bence Altın Palmiyeli “Amcam…”dan daha iyi bir film! Çünkü kendimi geliştirdiğimi, azıcık daha olgunlaştığımı ve sinemamı da geliştirdiğimi düşünüyorum. Üstelik yıllar sonra büyüdüğüm kentin öyküsünü anlattım. Ama ne yapalım ki festivalden böyle bir karar geldi. Önce kızdım ama sonra düşününce meselenin özüne vardım ve sakinleştim; yarışmak değil paylaşmak önemli, kaçırıyoruz maalesef bunu.
Ben zaten kazandım, artık başkaları kazansın diyor mu insan?
Aslında film yarışsın ve ödül kazansın değil de gözönünde olsun istiyorsunuz! Cannes’ın ana yarışması da dünyanın en prestijli yeri. Bu hayatta takdir edilmek istiyorsunuz ve filminizin yarışmada olması büyük iltifat. Yoksa ikinci bir ödül kazanmak derdim yok.
Altın Palmiye kazandığınız yıl söyleşi yapmıştık. Sonrasında hayatınızda neler değişti?
Filmin dünyayı dolaşmasını sağladı. Önceden de beni festivaller severdi ama bu ödülle dolaşmak farklı tabii ki. Tüm kapılar önünüzde açılıyor, insanlar filminize para desteği vermek istiyor. Şahane şeyler tabii ki bunlar. Ödülün müthiş bir sembolik anlamı var tabii ki.
Maddi olarak da değerli bir ödül, nerede duruyor evinizde?
Evde değil, hırsızlar çalmasın diye birilerine verdim işte! (kahkahalar) Bana değil Tayland sinemasına, geleneklerine ve hayata ait bir ödül bence. Bu nedenle illa da karşımda durması gerekmez. (Nil Kural’dan öğrendiğimize göre Tayland Film Arşivi’ne vermiş). Ödül insana hoş bir gayret hissi veriyor. “Mekong Hotel” dışında sanat projeleri de yaptım ve alternatif tarım projesini yaşama geçirmeye çalıştım ama maalesef sadece beş avakado ağacı yetiştirebildim.
Ülkenizde vizyon durumunuz nasıl?
Altın Palmiye bir fark yaratmadı. Tayland’da sanat filmlerine hiç ilgi yok maalesef. Zaten bunları göstermek isteyecek sinema salonu da yok, her şey popüler ve tüketici kültür üzerinden yürüyor. Zaten hayatımı filmlerimden kazanamıyorum, video enstelasyonu ve resimlerimle geçiniyorum.
Yeni filminizde rüyalara dalan askerleri anlatıyorsunuz. Bu derin uyku hali nedir, içinde debelendiğimiz çalkantılı ve zor hayattan kaçış mı?
Elbette! Asker dediğin savaşa gönderilen insanlar demek. Bizden birileri demek, kardeşimiz demek ama bir gücü temsil ediyorlar, ellerine silah veriliyor. Niye aklı başında birisi savaşmak istesin ki? Uyku malum, her zaman ve burada da baskılardan ve zorlamalardan kaçış yoludur. Zaten rüyalar ve gerçeklerin birbirinden keskin çizgilerle ayrıldığını düşünmüyorum. Ruhlar sıkışınca korkarmış, korkunca da insan uyur; ister gözü açık ister kapalı.
Bu filmle çocukluğunuzun kentine döndüğünüz söyleniyor, doğru mu?
Evet, yıllar sonra ‘hatırlamak’ bambaşka bir şey. Çocukluk anılarım zaten taptaze. Annem ve babam doktordu, hastane lojmanında geçti hayatım. Ceset filan görmüyordum yanlış anlaşılmasın ama hasta odalarına giriyordum tabii ki arada. Aklımda kötü şeyler kalmamış.
Nasıldı cocukluğunuz?
Mutlu! Sinema, hastane ve masallar. Daha ne olsun? Tabii ki ruhlar, doğa ve animizm; her şey bu yaşlarda içinizde yeşeriyor, büyüyor.
Budizme inanıyorsunuz değil mi?
Evet ama açık ruhluyum. Budizme inanmanın nedeni de bilime en açık ve yakın olan inanış olması. Hem doğaya hem de evrenin tüm canlılarına açık.
BASKILARA RAĞMEN VAROLMAK MÜTHİŞ
Önceki söyleşimizde “Amcam..”ı Tayland’daki mevcut baskıcı rejime karşı bir direniş tanımlamıştınız. Mücadele devam ediyor değil mi?
Maalesef ve neyse ki evet! Tayland’da şu anda içinde yaşadığımız baskıcı dikta sürüyor, her şey daha da kötüye gidiyor. Sanatçı arkadaşlarım şimdilerde daha da zor zamanlar yaşıyor. Önemli bir kısmı içeride yani hapiste. İnsanların ifade özgürlüğü kalmadı artık. Bu bir daire gibi dön dolaş üzerimize kapanıyor.
Korkmuyor musunuz peki? Bir sanatçı olarak kendinizi böyle tehlikede hissetmek yaratıcılığınızı nasıl etkiliyor?
Maalesef dikta rejiminde büyüdüm sonra ortam biraz rahatladı sonra tekrar sıkıştırılmaya başladık. Yani baskıcı rejiimlerde büyüyünce yasakları savuşturmayı, yasaların etrafında dolaşarak sanatınızı icra etmeyi öğreniyorsunuz. Çok acıklı bir şeyden bahsediyorum maalesef. Çünkü baskılara rağmen varolmak müthiş ama böyle bir yaşamda sıkışmak da feci tabii ki
Kaynak Radikal