Bazı insanlar farklıdır… Onlar asidir, yenilikçidir ve biraz da asi ruhludur. İşte böyle iki kadın var size tanıtmak istediğim. Durmadan yeni şeyler yapıyor, kimseye aldırmadan trendlerin aksine kendi tarzlarını ortaya koyuyorlar. Onları dünyanın en ünlü seyahat dergisi Conde Nast Traveler bile fark etmiş ve İstanbul’un rüya takımından ikisi olarak belirlemiş bile…
URA Sanat Galerisi’nin kurucusu, galerist Mihda Koray
Nonde Nast Traveller dergisi senden İstanbul’un 4 trendsetter’ından biri diye bahsetti. Nedir seni özel yapan?
Çok küçük bir arenada böyle etiketleri fazla ciddiye almamak lazım. Özellikle başkalarının neyi değişik bulduğu konusunda bir fikrim yok… Ama URA’yı ilk başlarda farklı olarak görmeleri sanki performans ve müzik olmasından kaynaklanıyordu, uzun zaman insanlar “Burada ne oluyor” diye soruyordu. Şimdi ise piyasaya biraz daha baktığımda benden çok daha para kazanan, bu işi diğer 3 kişi gibi daha uzun zamandır yapan galericiler ya da iş adamları var.
Belki de hem bu 3 senede bayağı bir şey yaptığımız halde genç ve de yeni sayıldığımız için, getirdiğimiz sanatçıların hem yeni, hem kült, hem de başarılı olmasından kaynaklanıyor olabilir.
ÖNCE RESİM VE MÜZİK VARDI, ŞİMDİ İSE GALERİ…
* Niye yıllarca yurt dışındaydın?
İlkokuldan sonra Londra’ya taşındım, orada okudum. Ben İngiliz edebiyatı, sanat tarihi ve sanat okudum. Buradan sonra da 5 sene Slade School of Fine Art’ta güzel sanatlar okudum.
* Sanata merakın nasıl başladı?
Çocukluğuma obsesif olarak resim yaparmışım ama 12-16 yaş arası modaya obsesif derecede ilgi duymaya başladım.
90’lar o sırada Mcqueen, Galliano yeni başlıyor, her yerde, çok agresif ve de yaratıcıydılar. Tasarımcı olmak istiyordum sonra resim yapmaya başladım. 16 yaşımda birkaç şey sattım. Sonra Slade’e girdim ve de okudum fakat sanatın, sanat yapmanın ya da sanatçı olmanın getirdiği yalnızlık bana fazla içsel geldi. Daha insani ya da dürüst gelen müzik ile ilgilenmeye başladım. Sonra da galericilik geldi.
Eksİklerİ görüp onlarIn üstüne GİDİYORUZ
* Farkı ne URA’nın?
Biz farklı değiliz. Kültürel olarak İstanbul’da ve Türkiye’de neyin eksik olduğunu görüp, kendimiz neyin eksikliğini hissediyorsak onun üstüne gidiyoruz.
* Sen İstanbul’daki kokoş zengin kızlardan olmadın galiba hiç. Bunu neye bağlıyorsun?
Benim için böyle bir “Kokoş olmadım” mevhumum yok, çünkü böyle bir şey bilmiyorum. Dünyanın her yerinde Eda Taşpınarlar, kokoşlar var.
* Stil sahibisin. Bu da İstanbul’da az rastlanan bir durum, bu nasıl gelişti?
Modanın bende çok ayrı bir yeri var. Hastalık gibi, çok seviyorum.
Sosyal olarak da hep daha fazla müzik ve moda ile iç içeydim. Çocukluğumdan beri beni en çok ceken şey 70’lerin YSL kadını. Çok sert ve de acımasızlar ama kadınsılar da.
* Yapmak istediğin bir şey var mı İstanbul’da?
Karaktersiz elektronik müzik dışında herhangi bir şey çalan, girmesi zor, düzgün içki yapabilen birinin olduğu küçük, karakterli bir bar açmak… İnsanların bara oturup, konuşup Hemingway gibi içebilecekleri bir yer açmak…
Atelier Yume markasının yaratıcısı, tasarımcı Müge Ersin
Atelier Yume ‘Rüya Atölyesi’ demek değil mi? Neden böyle bir isim koydun?
Atelier Yume, aslında artık benim sadece yurt dışında kullandığım bir marka. Türkiye’de kendi ismimi kullanıyorum. Rüya Atölyesi adını vermemin nedeni, benim moda tasarımcısı olmak çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir şeydi ve ancak 30 yaşımda bu rüyamı gerçekleştirdim. Bu yüzden Rüya Atölyesi.
* Sence niye seni İstanbul’un rüya takımında yer alan biri olarak seçtiler?
Benim markam yurt dışında satılan bir marka. Ayrıca senelerdir birçok fuara katıldım ve birçok yabancı dergide çıktım. Sanırım araştırmışlar ve ayrıca da sanayi mahallesinde böyle bir işi kurup geliştirmem de onların ilgisi çekmiş.
FarklIyIm demek moda oldu
* Herkes farklıyım diyor ama sürekli aynı tarz koleksiyonlar çıkıyor. Niye sence?
Farklıyım demek moda oldu. Ama ben de katılıyorum, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada sürekli herkes birbirini kopya ediyor. Gerçekten farklı bir şeyler ortaya koymak ve bunun satılabilir olması pek kolay bir iş değil ve bunu çok az kişi başarabiliyor.
* Sen koleksiyonlarını nasıl yapıyorsun?
Ben birçok tip kumaşı bir arada kullanmasını seven bir tasarımcıyım. Önce çeşitli kumaşları dokuları bir araya getiriyorum ve o sezonki hayalimde canlandırdığım kadına göre bir koleksiyon hazırlıyorum. Bazen nostaljik, bazen romantik, bazen futuristik olabiliyor ama hiçbiri çok baskın değil.
Üretken, zarİf ve bakImlI kadInlara hİtap edİyorum
* Koleksiyonunu yaparken hayalinde nasıl bir kadını giydiriyorsun?
Hayatında tek çabası giyim kuşam olmayan ama hayatının keyif aldığı bir parçası olan, güzelliklerden, sanattan zevk alan, üretken, zarif ve bakımlı kadın…
* Bebek’teki dükkanını yeni açtın, nasıl bir koleksiyon var burada?
Bebek’teki dükkana ilk etapta 20 parçalık bir koleksiyon koyduk ama int(11)ti. Şimdi başka 20 parçalık bir koleksiyon koyacağız. Orada günlük elbiselerden tulumlara, abiye kıyafetlerden bu yaz ilk defa çıkarttığım bikini koleksiyonuma kadar birçok ürün var. Ayrıca beğendiğim birkaç tasarımcı arkadaşımın da ürünleri var.
* Koleksiyonunu nasıl kadınlar seviyor?
Aslında Türkiye’de ilk defa bir satış noktam oldu, gerçek müşteri portföyüm yeni oluşacak. Daha önce Maslak’ta kendi arkadaş çevrem ve onların tanıdıkları gelip alışveriş yapıyordu.
* Yurt dışında da koleksiyonların satılıyor…
Evet, Avrupa ve Uzak Doğu’da bazı satış noktalarında ürünlerim satılıyor.
* Gelecek için ne gibi hayallerin var?
Boş vaktimin olmasını ve yemek yapmak istiyorum.
* Sen nasıl bir kadınsın?
Her zaman güzel giyinmeyi severim ama kokoşlukla pek alakam yok. Genelde sade ve abartısız giyinmeyi severim, marka takıntım yoktur, daha çok gündüzleri jean’le rahat ederim.
İşte dünyaya lans edilen rüya takımı
Dünyanın tatil trendlerini belirleyen prestijli seyahat dergisi “Conde Nast Traveler” son sayısında İstanbul’a da yer verdi. Dergi, bu ayki sayısında “İstanbul&r