60’lı yıllarda, ilk gençliğini, ikinci, üçüncü, dördüncü, hatta sonuncu gençliğini yaşayanlar Joan Baez’i tanımışlardı. Onun şarkılarıyla yeryüzü dediğimiz bu mucizenin güzelliklerine gönül veriyor, sömürüye başkaldırıyor, yeryüzündeki yalanlara ve kötülüklere isyan ediyor, âşık oluyor, gülüyor, ağlıyor, öfkeleniyor, umutlanıyor veya savaşlara, ölümlere, haksızlıklara, eşitsizliğe ve şiddete direniyorduk.
Bu pırıl pırıl, duru mu duru, soprano sesli genç kız, ne opera sahnelerindeki sopranolara ne de pop yıldızlarına benziyordu. O, herkese, 60’lı yılların gençlerine benziyordu. Meksikalı babasından aldığı koyu renk teni, İskoçyalı anasından aldığı açık renk gözleri, beline dek inen simsiyah saçları, boynundaki, bileğindeki boncukları, yalınayakları ve yanından hiç ayırmadığı gitarıyla göçmen misali, neyi yaşıyor, neyi hissediyorsa onu söylüyordu.
İlk profesyonel konseri, 1959’daki Newport Folk Festivali’ndeydi. Ve bir yıl sonra ilk solo konseri ve ilk plağı… Bu çıplak ayaklı, gitarlı, Hippi- Çingene-Çiçek Çocuk görünümlü kızı, Time dergisi kapak yaptığında yıl 1962’ydi. 20 yaşındaydı.
20. yüzyılın ikinci yarısında ne yaşadıksa, ne hissettikse, onun bir yerinde Joan Baez vardı. Yaşananlarla onun söylediği şarkılar örtüşüyordu. Daha güzel, daha mutlu, daha aydınlık bir dünyanın mümkün olduğu anlatıyordu bize. Bu umudu güçlendiren, yayan, paylaşan öyküler anlatıyordu.
O günden bu yana yüzlerce kayıt… Beş kıtada yüz binlere varan kitlelere verilen konserler… Satışı milyonları geçen “Altın plaklar”… Ödül üzerine ödüller…
O günden bu yana Martin Luther King’in yanı başında, sonra onun izinden yürünen yollar… 50 yıl önce bir Mayıs sabahı Selma’dan Montgomery ‘ye siyahların vatandaşlık hakları için Alabama’da yola çıkmıştı. O gün bugündür sürdürüyor yürüyüşünü.
1950’lerin “Çıplak Ayaklı Madonna”sı, 60’ların “Folk şarkıları Kraliçe”si, 70’lerin savaş aleyhtarı “protest sanatçısı”, 80’lerin İnsan Hakları sözcüsü… 2000’lerde şiddete karşı durma misyonunu sürdürüyor.
O günden bugüne, Hanoi’de, bedeninin Amerikan bombalarına siper etmesi… Şili’de, Arjantin’de, Nikaragua’da diktatörler karşı duruş… Arjantin’de Plaza de Mayo Annelerinin yanında… Polonya’da işçilerin direnişinde… Moskova’da totalitarizme karşı ayaklananların yanında… Kuzey İrlanda’da şiddeti sona erdirme çabasındakilerle omuz omuza… ABD’de kendi ülkesinde nükleer silahlanmaya direnişi, ölüm cezasına karşı mücadelesi… Bosna’da, Afganistan’da, Irak’ta işgal kuvvetlerin şiddetine karşı duruşu… Kurduğu “Humanitas” adlı uluslararası İnsan Hakları Örgütüyle halen etkinliğini sürdürmesi… Bugün hala bir referans, bir örnek oluşturması…
Daha yenilerde 21 Mayıs 2015 günü Joan Baez’e Berlin’de büyük bir törenle Uluslararası Af Örgütü’nün “ Vicdan ve Bilinç Elçisi” ödülü verildi.
Joan Baez’in meslek yaşamı bunca uzun yıllar sürebildiyse, bunda şarkı söylemekle toplumsal bilinci birbirinden hiç ayırmamasının rolü büyüktü.
Doğuştan sahip olduğu pırıl pırıl berrak sesiyle başlangıçta biraz Harry Belafonte, biraz folk kraliçesi Odetta tarzında şarkılar söylüyordu. Geleneksel baladlar, blues’lar, ninniler… Kendi üslubunu bulmakta hiç gecikmedi. Ve o biçeme hep sadık kaldı. O bir öykü anlatıcısıydı! Daha baştan kararını vermişti o, folk şarkıcılığı geleneğini sürdürecekti.
Joan Baez ve Bob Dylan
Hem kendi bestelerini hem de Pete Seeger, Woody Guthrie, Phil Ochs, Bob Dylan gibi olağanüstü müzik insanlarının da bestelerini, şarkılarını seslendirdi… Kendi bestelerini de sayısız şarkıcıya emanet etti. Meslek yaşamı boyunca sadece kendisiyle yarıştı… Müzik dünyasındaki misyonuna son yıllarda genç folk müziği sanatçılarına fırsat yaratmak gibi bir misyon ekledi.
“Sesim, benim özgürlüğüm. En büyük zenginliğim ise dayanışmadır,” diyen Joan Baez bir kez daha ülkemizde. Hoş geldi, sefalar getirdi. (Yazı: ZEYNEP ORAL, 22 İstanbul Caz Festivali dergisinden alınmıştır.)
Kaynak Radikal