Dünyadaki son Ferrariyi kullanmak, son dondurmayı yemek, en güzel denize son bir kez girme hakkını kazanan kişi olmak gibi bir şey… Kodak firması, uzun yıllardır fotoğrafçıların en gözde filmi olan; renkleri yansıtmadaki kalitesi ve dayanıklılığı ile ün yapmış Kodachrome filminin üretimine 2009da artık son vereceğini duyurduğunda Steve Mccurry firmanın kapısına dayanmış; Son filmi bana verebilir misiniz?. Ne de olsa 30 yıllık fotoğrafçılık yaşamında hep Kodachrome kullanmış, 800 binin üzerinde kareyi arşivlemiş önemli bir isim. Firma memnuniyetle kabul edince ortaya Son Kodachrome Filmi çıkmış. 36 pozluk son filmiyle yaşadığı New Yorku, yıllarını geçirdiği ikinci evi Hindistanı ve İstanbulu çekmeye karar vermiş. Magnum fotoğraf ajansının üyesi olan, tüm dünyada Afgan Kızı fotoğrafıyla tanınan McCurrynin bu projede çektiği kareler bugünlerde ilk kez İstanbul Modernde sergileniyor. McCurryle 30 Eylüle kadar gezilebilecek, hemen ardından ABDye gidecek sergisinin açılışında görüştük.
– En popüler filmin tarihteki son 36 pozunu kullandınız projenizde. Baskı, heyecan, stres var mıydı üzerinizde?
Ne zaman böyle bir proje başlasa gerginlik, heyecan oluyor ama hazırlık yapmış olduğunuz için önünde sonunda yolunuzu buluyorsunuz. Fakat bu özellikle zordu çünkü hataya yer yoktu, son 36 film… Yine de daha fazla konsantrasyonla bir şekilde işler yolunda gitti.
– Konuları nasıl belirlediniz?
İkonik yerler ve kişiler seçmek istedim. New York için tipik bir New Yorklu bulmam gerekiyordu. Bir yer de olabilirdi, Brooklyn Köprüsü gibi ama insanlar çalışma alanıma daha uygundur hep. Woody Allenı, Al Pacinoyu düşündüm, hepsine sordum, Allen ve Al Pacino şehir dışındaydı. Robert de Niro oradaydı ve teklifimi kabul etti.
– İstanbulu ve Ara Güleri neden seçtiniz?
İstanbul farklı etnik gruplardan, kültürlerden oluşan harika bir karışım. Yarattığı etki büyük ve dünyada yeni fark edilmeye başlanıyor. Ara Gülerle 15 yıl önce tanışmıştım, Magnum ajansında çalışıyordu o da. Geçen yıl bir konferans için İstanbula geldiğimde hep birlikte yemek yiyorduk. Yemekte onun fotoğrafını çekmenin iyi olacağını düşündüm. İkonlaşmış bir şehrin ikonlaşmış figürlerinden biriydi çünkü. Bu projede önceden planladıklarıma sadık kalmadım. Bazen her şey kendiliğinden gelişiyordu; o an hissettiklerime göre hareket ediyordum. Ara Güleri de o tür bir anlık kararla çektim.
– Keşke şu kişiyi, şu yeri de çekseydim dediğiniz oldu mu?
Projeyi sadece New York, İstanbul ve Hindistanla sınırlamamayı, Afrika, Avustralya gibi dünyanın diğer yerlerinde de çalışmayı isterdim.
Mezar taşıma bile yazacaklar
1984te Afganistan ile Sovyetler Birliği arasındaki savaş devam ederken Steve McCurry, Pakistanda, Afgan mültecilerin bulunduğu bir kampta fotoğraf çekiyordu. Kamptaki okulun yanından geçerken yeşil gözlü küçük kızı fark etti ve Afgan Kızını çekti. Fotoğraf ertesi yıl National Geographice kapak olduğunda McCurry de en ünlü fotoğrafçılar arasına ismini yazdırdı. Kendisi bu fotoğrafla o kadar özdeşleşti ki, bir söyleşisinde Galiba öldüğümde mezar taşıma Afgan Kızının fotoğrafını çeken adam yazacaklar diyordu. National Geographic ve Steve McCurry tüm dünyada on binlerce kopyası basılan fotoğrafın kahramanını aramak için 2002de Pakistan ve Afganistan yollarına düştü. Fotoğrafı tüm mülteci kamplarına dağıttılar ve kısa zaman sonra haber geldi; adının Şarbat Gula olduğunu öğrendikleri Afgan Kızını bulunmuştu. Afganistanın ücra bir köşesinde yaşıyordu. McCurry tekrar fotoğrafladı Afgan Kızını…
Eyüp Tatlıpınar/Akşam