Kadın hareketinin öncülerinden siyaset bilimci, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı ile KA.DER”in kurucusu Prof. Dr. Şirin Tekeli ile Türkiye”deki kadın hareketini konuştuk. Prof. Dr. Şirin Tekeli, Türk kadınının feminizmle tanışmasını sağlayan en önemli isimlerden biri. Pek çok oluşuma önayak olan Prof. Tekeli, ile Türkiye”de feminizmin geldiği noktayı, kadın örgütlenmesini ve kadınların önündeki en önemli engelleri konuştuk.
“Feminizm öldü” diyenler var? Ne dersiniz?Bu görüşe katılmıyorum. Özellikle 70″li yıllarda yeni feminizmin ortaya çıktığı Batı toplumlarıyla kıyasladığımız zaman, Türkiye”deki feminist hareketin çok başarılı olduğunu görürüz. Batı’da ikinci kuşağa devirde birtakım tıkanmalar yaşanmıştı. Bizde ise bir avuç insanla başladı bu hareket, orta sınıftan sol görüşlü kadınlar arasında yaygınlaştı, Duygu Asena”nın çıkardığı dergilerle daha geniş kesimlere yansıdı ve orada da kalmadı. Büyük şehirlerden küçük şehirlere, oradan tüm Anadolu”ya yayıldı. Bugün baktığımızda birçok Anadolu kentinde örgütlü kadınların var olduğunu görüyoruz.
Ve bu kadınlar son derece aktif.Evet, çünkü temelde bir yaygınlaşma oldu. Hayatını ilgilendiren hemen her konuda örgütlendi kadınlar, her meseleyi takip eden kadın grupları var. Büyük kitleler değiller, büyük olmaları da gerekmiyor, toplumu değiştiren etkili gruplar her zaman küçük azınlıklar olmuştur.
Önemli olan etkili olmaları yani.Elbette. Türkiye”de kadınlar kendilerini ilgilendiren her konuda son derece aktifler. Üniversitede, barolarda örgütlü kadınlar var, işkadınları öyle. Eğitim, doğum kontrolü, şiddet, her konuya el atılmış durumda. Bir diğer ve benim çok önemsediğim boyut ise büyük şehir orta sınıf kadın olayından var olan tüm akımlara yayılması. Mesela eskiden Kemalizm”i yeterli gören, temel Kemalist reformlara dokunulmamasını isteyen kadınlar da hareketin içinde yer aldılar. İslami kesim kadınları da devreye girdi. Böyle bakarsanız son 20 yıl içerisinde o küçücük kadın hareketinin çok yayıldığı ve toplumu etkilediği görülür. Zaten böyle olmasa, 2000″lerin başında yapılan önemli yasa değişiklikleri olmazdı. İki-üç kadının talebine göre yasa değişmez ama Meclis”teki temsilcilerin hepsi biliyorlardı ki kendi yakın oldukları çevrede o reformları talep eden yığınlarla kadınlar var.ERKEKLERİN ÇIKARI ZEDELENİYOR
Ama halen feminizme tepki var…Bunu çok olağan karşılıyorum. Tabii feminizmin erkek düşmanlığı değil, erkek egemenliğine karşı bir hareket olduğunu belirtmek lazım. Dolayısıyla erkeklerin çıkarlarının zedelendiğini gördükleri için feminizme cephe almaları çok normaldir. Yapmamız gereken onları ikna etmek.
Edebildik mi? Ettiğimizi kimi erkeklerin reaksiyonundan anlıyoruz. Kadınların haklarını kazanmasından, özgür olmasından, ezildiklerini dile getirmesinden gocunanların tepkilerini sertleştirdiği söylenebilir. Artan cinayet furyaları, tecavüzün yaygınlaşması -yaygınlaşıyor mu, görünürlülük mü kazanıyor, bu da tartışılır- reaksiyon boyutunu gösterir. Batılı toplumlarda da olmuştu; feminizm güçlenince, “backlash” denilen, müthiş bir örgütlü erkeklerin düşmanlığı başladı. Reaksiyon da diyebiliriz. Tepkinin ötesinde daha sert bir şey. Bu bir mücadele sonuçta ve halen devam ediyor.
Tabii kadınların güçlenmesinin sadece kadınların değil erkeklerin de yararına olduğunu fark eden kesimler de var.Özellikle genç erkekler arasında çok müttefikimiz var. YARGIÇLAR ERKEKTEN YANA
Düne kadar kadınları aralarında görmek istemeyen iş dünyası bile kadınsız kalkınmanın mümkün olmadığını açık açık dile getiriyor… Evet ama ne kadar samimiler? Bir düşünce etkinlik kazandıktan sonra söylem düzeyinde karşı çıkmak giderek zorlaşır. 8 Mart, devlet düzeyinde kutlanır oldu bugün. Söylem düzeyinde bakarsanız bütün örgütler, siyasi partiler, herkes kadından yana ama gerçekten böyle mi? Mesela siyasi partiler bir türlü kota fikrini kabul etmiyorlar. Benim görebildiğim kadarıyla bu konuyu bir tek ciddiye alan DTP. Yüzde 25 kotayı fiilen onlardan başka uygulayan parti yok. Başka bir örnek vereyim; normal olarak değişen yasaları yargıçların kadınların lehine yorumlamaları gerekir değil mi? Ama yapmıyorlar. Hâlâ erkekleri koruyan indirimleri uygulamakta devam ediyorlar. Bu da hukuk camiasının henüz söylemin ötesine geçip kadınlardan yana bir tavır almayı beceremediğini gösteriyor. Artık eskisi kadar sokaklara dökülmüyor kadınlar.Bu yüzden kadın hareketinin int(11)tiğini düşünenler olabilir. Ama her dönemin kendine göre geliştirdiği bir mücadele şekli var. İnternet mesela. İtalyan sanatçının öldürülmesini protesto eden bir yürüyüşe katıldım. Küçük bir grup yürüdü ama bilgisi internet üzerinden pek çok kadına ulaştı. Her şeyden önemlisi kadın hareketi lobicilik yapmayı öğrendi. Bir sürü kadın örgütü, kritik bir mesele meydana geldiğinde derhal bir platform oluşturuyor. O platformun arkasında en az 500 bin kadın var. Bu çok büyük, sendikalarla rekabet edecek bir gruptur.
Peki, bu güç nasıl değerlendirilir? Ya da değerlendirebiliyor muyuz? İyi yolda olduğumuzu düşünüyorum. 70″lerde demokratik kitle örgütleri vardı etkili olan, sendikalar mesela. Kadınlara bu tarz mücadele uymaz ama. Kadınlar küçük gruplar halinde daha etkili olurlar. Sorunları tahlil etmek, analiz yapmak, sloganlar üretmek… Bunu iyi yapıyorlar ve yapmaya devam ediyorlar. Gerektiğinde bir araya gelip, güçlerini birleştiriyorlar. Bu dönemin modeli bu, yarın öbür gün ihtiyaçlar değişir, bıçak kemiğe dayanır, genç kadın örgütleri başka bir biçim geliştirirler. Ne yapacaklarını şimdiden bizim söylememiz doğru değil, kendileri bulacaklar.
Mahalle baskısına pabuç mu bırakılır?
Sosyolojik olarak bakarsak türban, toplumsal bir değişme, modernleşme ve görünürlülük meselesi. Anadolu”nun küçük kentlerinden büyük şehirlere gelen kadınlar okumak, meslek edinmek istediler. Aileleri okumalarına ancak İmam Hatip kanadından izin verdi. Başları örtülü olarak buraları int(11)irip, üniversite kapısına geldiler ki, kapılar kapalı.
Asistan olduğum dönemlerde de tek tük kadınlar vardı türbanlı ama üniversiteye girmeleri sorun olmazdı, görülmezlerdi. Sayıları artınca laikçi öğretim üyelerinden özellikle kadınlardan tepkiler geldi ve bu kadınlara üniversite kapıları kapandı. Kadın açısından bakınca bunu çok büyük bir haksızlık olarak görüyorum. Aynı görüşü savunan erkekler, türban gibi çarpıcı sembolleri olmadığı için ellerini kollarını sallayarak girebiliyorlar çünkü. Feminist kadınlar olarak hangi kesimden olursa olsun, kadınların eğitimini savunmak zorundayız. “Laik kesim kadınları okusun, Müslüman kesim okumasın” diyemeyiz. Siyasi olarak fevkalade kötü yönetildiği için bu noktaya geldi ve parti kapatmalara kadar vardı.
Medya örtünenlerin arttığını söylüyor ama üniversitelerde çok ciddi araştırmalar yapılıyor. Binnaz Toprak”ın yaptığı araştırma mesela. Bunlar zaman içerisinde tekrarlanıyor ve bilimsel bilgiler veriyor bize. Bu araştırmalar, arttığını göstermiyor, tersine azaldığını söylüyor. Öbür taraftan kaygılar var. Tarhan Erdem gibi akıllı bir adam bile, “türban serbest kalırsa bütün üniversite türbana yönelir” diyebiliyor. Bunlar mesnetsiz görünen korkular bana göre. ARABİSTAN”A BENZETİLMEYE İÇERLİYORUM
Mahalle baskısı olur ama buna karşı mücadele edilir. Pabuç mu bırakılır baskıya? Başı örtüsüz yaşamayı hayat tarzı olarak seçmiş olanlar, hiçbir mahalle baskına boyun eğmez, eğmemeli.
Çok inciniyorum açıkçası Türkiye&#